Yedifark Logo
Yapay Zeka ile Yaratıcılık Arasında Bir Köprü: Benim Tasarım Sürecim

asarım yaparken her zaman karmaşık bir denklemle baş başa kalırım. Brief elime ilk ulaştığında, zihnimde bir yandan “yaratıcılığı sınır tanımaz şekilde kullanmak” fikri dolaşır, diğer yandan da profesyonel hayatın deadline ve müşteri beklentileri gibi gerçekleri beni çerçevenin içinde tutmaya davet eder. Yani aslında en başından beri, tasarımın sanatsal yönüyle ticari yönü arasında bir köprü kurmaya çalışıyorum. İşe başlamadan önce çoğu zaman kendi kurallarımı koyar, bir çerçeve oluştururum. Bu çerçeve, hayallerimi ve işin ticari zorunluluklarını harmanlayan bir harita gibi işlev görür.

 

Bir konsept devam ettirilecek ise, var olan ekolü bozmadan ama onu geliştirerek ilerlemeyi tercih ediyorum. Örneğin, mevcut bir kampanya tasarımını yenilemem istenmiş ise, sıfırdan bir stil yaratmaktan yerine, var olanın “ruhunu” koruyup dal ve budaklandırma yoluna gidiyorum. Böylece hem bir bütünlük sağlanmış hem de özgün dokunuşlar eklenmiş oluyor. Eğer tamamen sıfırdan bir proje söz konusuysa, briefi çok katı bir şablon gibi görmek yerine kendimden bir şeyler katabileceğim bir fırsat olarak değerlendiriyorum. Zaten tasarım sürecinde bazen en güzel fikri brieften sapınca yakalayabiliyoruz; ama o sapma, her zaman yine profesyonel sınırlar içinde kalmalı ki ortaya hem yaratıcı hem de işlevsel sonuçlar çıksın.

Bana göre yapay zekâ, tasarım sürecindeki “eksik basamakları” tamamlıyor. Bir tasarımı merdiven gibi hayal edersek, bazen basamaklardan biri kırık veya boş oluyor. Örneğin müşteri hangi tarzı istediğini tam bilemeyebiliyor, ya da brief net olmayabiliyor, ya da konsept o kadar özgün ki hiçbir yerde benzer örnek yok. Bu noktada yapay zekâ benim için tek bir fırçadan ibaret değil; hem danışman hem de materyal üretici olarak devreye giriyor.

 

Diyelim ki kafamda bir kompozisyon var ama çok net değilim. Eskiz aşamasında ChatGPT’yi bir fikir üreticisi gibi kullanıyorum: “Şu konseptte 5 ila 10 arası farklı kompozisyon öner” diye soruyorum. Gelen yanıtlardan bazıları tam örtüşür, bazılarıysa hiç ilgimi çekmez. Ama çoğu zaman yepyeni fikirlerin tohumlarını veriyor. Sonrasında, beğendiğim bir kompozisyonu veya aklıma sonradan gelen yeni bir fikri yapay zekâ destekli görsel üretim araçlarıyla besliyorum. Böylece belki saatler sürebilecek bir eskiz çalışmasını dakikalara indirebiliyorum. Bu aşamada Adobe Firefly, Flux modelleri veya Midjourney gibi araçlarla kafamdaki fikri hızlıca görselleştirip ön izleme alıyorum.

 

Eğer proje foto-gerçekçi bir çalışma gerektiriyorsa, oluşturduğum ilk yapay zekâ görselini Photoshop’a atıp ışık ve gölge gibi detayları bir sonraki aşamada manuel olarak düzenliyorum. Aynı şekilde Illustrator üzerinden de daha vektörel, flat bir stil istiyorsam, yine yapay zekâdan gelen ham görseli rehber alıp kendi “el işçiliğimi” katıyorum. Her iki durumda da stok sitelerden aldığınız “hazır” görsellerden farklı olarak, tamamen özgün bir materyal üretmiş oluyorum. Sonuç, hem kalite hem de özgünlük açısından çoğu zaman çok daha tatmin edici oluyor.

 

Benim için ışık ve gölgenin doğru kullanımı, tasarımın belki de en görünmez kahramanı. Genelde insanlar bu detayı fark etmez; “ne kadar güzel aydınlatma” ve ya “gölge ne kadar doğru” demezler. Ama yanlış yapıldığında hemen göze batar. Gölgeler saçma sapan yöne düşüyorsa veya ışık perspektifi hatalıysa, insan beyni buna anında tepki verir. Bu yüzden tasarımlarımda ışık ve gölge kullanımına ayrıca özen gösteriyorum. Bu bana göre “kişisel imzam” sayılabilecek kadar önemli bir detay. Kimsenin görmediği, ama herkesin hissettiği bir dokunuş gibi.

 

 

Tasarım çoğu zaman yalnız bir uğraş. Evet, ekip arkadaşlarım var, bir ajans ortamında çalışıyorum. Ama işin derinliğine indiğinizde, kompozisyona karar veren ve işin son hâlini veren kişi genelde tek başına kalıyor. Bu yalnızlığı pozitife çevirmemin en büyük dayanağı yine yapay zekâ araçları oldu. Zorlandığım anlarda bir meslektaşla beyin fırtınası yapar gibi ChatGPT’ye danışıyorum. Belki yüzde yüz “insani” bir fikir almıyorum ama yine de farklı bakış açıları yakalamamı sağlıyor. Bu durum beklenmedik zorluklar karşısında daha özgüvenli olmamı sağladı. Tıpkı bir otomobilin amortisörü gibi, sarsıntıyı hafifletiyor ve beni yola devam edebilecek hâle getiriyor.

 

Yapay zekâyı düzenli bir rutin hâline getirdiğimde, bir anlamda “not tutma” alışkanlığı kazanmış oldum. Eskiden projenin ilk eskizlerini veya fikrî sürecini pek kaydetmezdim. Şimdi ise ChatGPT ile yaptığım diyaloglar geriye dönüp bakabileceğim bir kaynak oluşturuyor. Evet, günün sonunda tasarımı ben yapıyorum, ama o süreçte “neleri konuştuk, neleri denedik” sorularının yanıtları kayıt altında kalıyor. Bu da disiplinimi ve üretkenliğimi artırıyor.

 

Bazen insanlar “Kendi stilini nasıl tanımlarsın?” diye soruyor. Açıkçası kendimi büyük bir tasarımcı olarak görmüyorum. Dünyada onca dev isim var, ben onların arasında ufak bir damlayım. Ama yine de ürettiğim işlerde teknik anlamda sıkı çalıştığımı söyleyebilirim. O ışık-gölge meselesi, detaylara verdiğim önem, “kimse görmese bile ben biliyorum” motivasyonuyla tasarıma hâkim olan o ince çizgiler… Tüm bunlar beni tatmin ediyor. Ticari kaygılarla sanat yapmak elbette zorlayıcı olabiliyor, ama bu zorluk bazen yaratıcılığın da kaynağına dönüşüyor.

 

Yapay zekâyla çalışmak ve eskiz sürecini hızlandırmak, her zaman daha az çalışmak veya daha kolay iş çıkarmak anlamına gelmiyor. Aksine, yine aynı enerjiyi harcıyorum ama ortaya çıkan işin kalitesi gözle görülür şekilde yükseliyor. Kendi potansiyelimin sınırlarını genişletiyorum, kendimi sürekli geliştiriyorum. İleride video içerikleri ve yeni GPT modelleriyle daha da derinleşmeyi hedefliyorum. Şu anda her şey bir öğrenme süreci, ama bu sürecin beni heyecanlandırdığı kesin.

İlker ÖZUYGUN

Art Director

Bizi Takip Et

  • Şenlikköy Mah. İmbat Sok. No:3/2
    Florya / İstanbul
  • +90 212 575 77 77
  • info@yedifark.com

Başvurular